Hava Durumu

#Göç

Batı Ekspres - Edirne'nin Haber Sitesi - Göç haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Göç haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Edirne Barosu’ndan Çocuk Hakları Çağrısı Haber

Edirne Barosu’ndan Çocuk Hakları Çağrısı

Edirne Barosu Aile, Kadın ve Çocuk Hakları Komisyonu, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü kapsamında basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamayı Komisyon Üyesi Avukat Özge Hazır yaptı. Hazır, çocuk hakları fikrinin dünya savaşlarının ardından yaşanan büyük yıkımlar ve milyonlarca çocuğun maruz kaldığı acıların sonucunda ortaya çıkarak uluslararası toplumun vicdanında kökleştiğini belirtti. 1924 tarihli Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi ve sonrasında kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin bu mücadelenin temel taşları olduğunu hatırlattı. Hazır, aradan geçen yıllara rağmen savaş, göç, iklim krizi ve eşitsizliklerin çocuklar üzerindeki yıkıcı etkilerinin sürdüğünü vurgulayarak ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin çocukları eğitim hakkından kopardığını, pek çoğunun da ağır koşullarda çalışmak zorunda bırakıldığını ifade etti. “HER ÇOCUĞU KENDİ ÇOCUĞUNUZ GİBİ SAHİPLENİN” ÇAĞRISI Hazır, açıklamanın devamında, şu ifadelere yer verdi: “Çocuk İnsanın Verebileceğinin En İyisine Layıktır. İnsanlık tarihinde çocuk hakları fikri, özellikle iki büyük dünya savaşının ardından yaşanan yıkım ve bu yıkımın ortasında kalan milyonlarca çocuğun gördüğü zulüm ve maruz kaldığı mağduriyetlerle kökleşmiştir. Savaşın fiziksel ve duygusal yaralarını taşıyan, yetim kalan ve temel insani ihtiyaçlardan mahrum bırakılan bu çocuklar, uluslararası toplumun vicdanında derin bir iz bırakmıştır. 1924 tarihli Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi gibi ilk adımlar, bu acı tecrübelerin ışığında atılmıştır. Bu mücadele, çocukların sadece korunmaya muhtaç nesneler değil, aynı zamanda hak öznesi bireyler olduğu bilincini güçlendirmiştir. Ancak ne yazık ki, aradan geçen onca yıla rağmen, günümüzde dahi savaşın, göçün, iklim krizlerinin ve eşitsizliğin pençesindeki çocuklar, tıpkı geçmişteki akranları gibi benzer tehditler ve hak ihlalleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Çocuk haklarına giden bu yolculuk, bitmeyen bir sorumluluğu ve sürekli bir uyanıklığı gerekli kılmaktadır. Bugün, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü. Bu tarih, 1989 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin kabulünün yıl dönümü olmakla birlikte, bugün bir imza töreninin çok ötesinde, insanlık vicdanının çocuklarımızın hakları için yükseltildiği evrensel bir sestir. Çocuklar, bu dünyanın en saf gerçeği, en değerli varlığı ve geleceğimizin tartışmasız tek umudu olarak kabul edilmelidir. Çocuk hakları anlayışının doğuşunu müjdeleyen Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi'nden bu yana, çocuk mücadelesinin ruhunu besleyen temel bir inanç vardır; Çocuk, insanın verebileceği sevginin, güvenliğin, eğitimin, sağlığın ve onurun tartışmasız en iyisine layıktır. Bu temel prensip, Sözleşme’nin temel taşı olan ‘Çocuğun Yüksek Yararı’ ilkesinin özünü teşkil etmektedir. Biz yetişkinler, kurumlar ve devletler olarak, çocukları etkileyen her kararı alırken, onlara her zaman en iyisini sunmakla yükümlüyüz. Ancak, ne yazık ki bu ulvi idealden çok uzaktayız. Dünyanın en parlak ışıkları olan çocuklarımız, karanlık köşelerde acımasız ihlallerle mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Bu acı, bazen sokak ortasında şiddete maruz kalan bir çocuğun çaresizliğinde, bazen en güvendiği tarafından istismar edilen bir çocuğun gözlerinde, bazen de akran zorbalığıyla ömür boyu taşıyacağı yarayla bir çocuğun yüreğinde saklanmaktadır. Çocuklar, en güvende hissetmeleri gereken evlerinde ve okullarında dahi onarılamaz hasarlara maruz kalmakta, en temel haklarından mahrum bırakılmaktadır. Bu noktada, toplum olarak üstesinden gelmemiz gereken derin yapısal sorunlar bulunmaktadır. Toplumun koruma mekanizmalarından mahrum kalan ve suça sürüklenen çocuklar, kendilerine özgü sistem içerisinde koruma altına alınmayı, rehabilite edilmeyi ve toplumsal hayata yeniden kazandırılmayı hak etmektedir. Onların suça yönelimi, yetişkinlerin onlara güvenli bir çevre sunma yükümlülüğündeki başarısızlığının bir göstergesidir. Aynı hassasiyetle, suçun bizzat hedefi olmuş çocukların korunması, adalet sistemimizin en temel önceliği olmalıdır. Suç mağduru çocuklar, yeniden travmatize edilmeden, yaşlarına ve gelişim düzeylerine uygun, uzmanlar eşliğinde dinlenmeli ve yargı süreçlerinde özel olarak desteklenmelidir. Onların adalet arayışı, ikincil mağduriyetler yaratılmadan titizlikle yürütülmelidir. Ekonomik ve sosyal eşitsizlikler nedeniyle eğitim hakkından koparılan çocuklarımız, ağır koşullarda çocuk işçiliğine mecbur bırakılmaktadır. Bu durum, onların bedensel ve zihinsel gelişimlerini tehdit etmekle kalmayıp, geleceğe dair tüm umutlarını da çalmaktadır. Gelecek nesillerin potansiyeli sistematik olarak sömürülürken, buna kayıtsız kalmak, insanlık vicdanının kabul edebileceği bir durum değildir. Bu Dünya Çocuk Hakları Günü’nde, söz konusu ihlallere karşı duruşumuzu bir kez daha net bir şekilde ortaya koyuyoruz. Sloganımızı bir yaşam felsefesi haline getirme ve kurumsal bir taahhüt olarak benimseme sorumluluğunu taşıyoruz. Bu önemli günde, tüm kurumları ve bireyleri her çocuğu kendi çocuğumuz gibi sahiplenmeye davet ediyoruz. Onların yaşam, gelişim ve onurlu bir hayat sürme başta olmak üzere bugün yıldönümü olan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin bizleri korumakla yükümlü kıldığı tüm haklarını en güçlü şekilde savunmaya devam edeceğimizi kamuoyuna bildiriyoruz. Unutulmamalıdır ki, onlara sunduğumuz her güvenli alan ve her eşit fırsat, bizi zorbalıktan, şiddetten ve sömürüden arınmış, daha merhametli bir geleceğe taşıyacaktır.” HİLAL PEKER

Bulgaristan Türklerinin Zorunlu Göçünün Üzerinden 35 Yıl Geçti Haber

Bulgaristan Türklerinin Zorunlu Göçünün Üzerinden 35 Yıl Geçti

Tarihçi Prof. Dr. Ayşe Kayapınar, Bulgaristan'dan Türkiye'ye zorunlu göçün 35. yılı dolayısıyla, göçe giden süreci ve göç dönemini değerlendirdi. Kayapınar, 1 Haziran-21 Ağustos 1989'da Bulgaristan'dan 350 bin Türk'ün, Türkiye topraklarına geçme sürecinin "Bulgaristan'dan zorunlu göç" olarak tanımlandığını belirtti. "Yaklaşık 2,5 ay gibi çok kısa sürede Bulgaristan'dan Türkiye istikametinde ani, kitlesel, travmatik, etnik, siyasi ve zorunlu bir göçtür." ifadesini kullanan Kayapınar, göç sırasında çok sayıda Bulgaristan Türkü'nün, doğduğu, büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kaldığını hatırlattı. Kayapınar, bunun, yasal ve sosyal altyapısı hazırlanmamış, spontane ve Bulgaristan yetkililerinin politikaları çerçevesinde kontrolsüz bir göç olduğunu vurgulayarak, "Kısa süreli kitlesel bir göç olması ve çok sayıda yerleşim biriminin nüfusunu kaybetmesine yol açması sebebiyle etnik temizlik ve sınır dışı etme olarak da değerlendirilebilir." dedi. Zorunlu göçün Bulgaristan Türklerinin hayatında bir dönüm noktası olduğunu dile getiren Kayapınar, "Bu sadece Bulgaristan için değil dünya tarihi açısında da bir dönüm noktasıdır. Demir perdesi ülkelerinde komünist rejimin çöküşü hızlanmıştır." ifadelerini kullandı. Kayapınar, 1989'a kadar Bulgaristan'dan Türkiye istikametine çok sayıda göç yaşandığını ancak bunlardan hiçbirinin bu kadar kısa süreye sığdırılmış ve kitlesel olmadığını belirtti. Bulgaristan Türklerini 1989'da Türkiye'ye göç etmeye iten birçok neden bulunduğuna dikkati çeken Kayapınar, bu ülkede 1970'li yıllarda Bulgarların nüfus artışının azaldığının, Türk nüfusun artışının daha yüksek olduğunun belirlenmesi sonucu Türklere yönelik baskı ve asimilasyon girişimlerinin hızlandırıldığını aktardı. Göçe iten nedenlerden birinin de Bulgaristan'ın sosyalist rejim ülkesi olarak Varşova Paktı'nda, Türkiye'nin ise NATO ülkeleri arasında bulunması olduğunu ifade eden Kayapınar, "Bu çerçevede Bulgaristan'ın sürekli Türkiye'nin kendisine karşı potansiyel bir tehlike oluşturduğunu iddia etmesi. Yine bu doğrultuda Türkiye, Bulgaristan'daki Türkler konusunda herhangi bir girişimde bulunduğu zaman Türkiye'yi iç işlerine karışmakla suçlaması." değerlendirmesinde bulundu. Kayapınar, buradaki Türklerin, etnopolitik, etnokültürel ve etnopsikolojik baskılarla yıldırılmaları sonucu Bulgaristan'ı "güvenilir vatan" olarak görememesi, Türkiye'yi ise "güvenli liman" şeklinde değerlendirmesinin göçün sebepleri arasında yer aldığını kaydetti. Kayapınar, isim değiştirme, gelenek görenekleri unutturma, İslami ibadetlerden uzaklaştırıp "çağdaşlaşma" adı altında Hristiyanlaşma sürecini empoze eden komünist Bulgar yönetimine karşı pasif sayılabilecek direnişte bulunan Bulgaristan Türklerinin, 25 Mayıs için planlanan barışçıl yürüyüşlerini, iktidarın haber alması üzerine 19 Mayıs 1989'da başlatmak zorunda kaldığını anlattı. İlk yürüyüşlerin, 19 Mayıs'ta kimlik, özgürlük ve demokrasi adına Kırcaali kentinin Cebel ilçesinde düzenlendiğini belirten Kayapınar, 20 Mayıs'ta ise Kuzey Bulgaristan'da, Bohçalar (Kaolinovo) ve Köklüce (Venets) ve diğer köylerden gelenlerin Şumnu ilinin Yusufhanlar (Pristoe) köyünde toplandığını söyledi. Kayapınar, o dönemde yaşananları şöyle aktardı: "Burada bir kişi öldürülür ve pek çok kişi de yaralanır. Yürüyüşler barışçıl olmasına rağmen Bulgar milis güçleri, silahla ateş ederek, su sıkarak ve cop kullanarak katılımcıları dağıtmaya çalışmıştır. 27 Mayıs 1989'a kadar Bulgaristan'ın Şumnu, Razgrad, Varna, Hacıoğlu Pazarı ve Kırcaali bölgelerinde pek çok yerde olaylar çıkmış, şehit düşenler olmuş ve çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Olayların bu şekilde büyümesi ve Türkiye başta olmak üzere dünya kamuoyunda Bulgaristan'a baskı yapılması sonucunda 29 Mayıs 1989'da Bulgaristan hükümet başkanı Todor Jivkov, Bulgar resmi televizyonuna çıkarak Türkiye'ye çağrıda bulunmuştur." Türkiye'nin Bulgaristan'dan gelebilecek Türklere sınırlarını açması üzerine 1 Haziran-21 Ağustos 1989'da 20. yüzyılın en yoğun, kısa süreli ve kitlesel göçünün yaşandığına işaret eden Kayapınar, Bulgaristan'dan gelenlerin, başta Çorlu, Edirne, Tekirdağ, Lüleburgaz, Bursa, Yalova, Kocaeli, İzmir, İstanbul, Ankara olmak üzere Türkiye'nin birçok şehrine yerleştirildiğini kaydetti. Kayapınar, Bulgaristan'ın bu göç sonucunda siyasi ve ekonomik krize girdiğini, ülkenin ıssızlaşan ve haritadan ismi silinen "hayalet köyler diyarına" dönüştüğünü ifade etti.

YURTDIŞINA BU KEZ İNŞAAT USTASI GÖÇÜ Haber

YURTDIŞINA BU KEZ İNŞAAT USTASI GÖÇÜ

Edirne’de üniversite öğrencilerinin de kayıtlarını yaptırmasıyla, yaşanan kiralık ev sıkıntısı sorunu gittikçe büyüyor. Kiralık ev bulmakta zorlanan vatandaşlar, ev bulsalar dahi fiyatlar en uç noktaya ulaşmasından dolayı sıkıntı yaşıyorlar. Yaşanan bu sıkıntılar Edirne’de konutların yetersiz olduğu sorusunu akla getiriyor. RUSYA VE ARAP ÜLKELERİ REVAÇTA Konu hakkında www.batiekspres.com haber sitemize açıklamalarda bulunan Edirne İnşaat Müteahhitleri Derneği Başkanı Bülent Günal, sıkıntının en önemli sebeplerinden bir tanesinin Rusya, Orta Doğu ve Arap ülkelerine çalışmaya giden inşaat ustaları ve işçilerinin olduğunu söyledi. Birçok ustanın bu ülkelere çalışmaya gitmesinden dolayı işçi bulmakta zorlandıklarını ve bunun da inşaatlarda gecikmelere sebep olduğunu, giden ustalardan da en çok demirci ve kalıpçı ustalarının gittiğini belirten Günal; “Yurtdışına giden çok inşaat işçisi var. Bütün ustalar gidiyor ama özellikle demirci ve kalıpçılar daha fazla yurtdışına gidiyor. İnşaat sektöründe çalışanların yaklaşık yüzde 70-80’i yurtdışında. Yurtdışına giden adam 5-6 bin dolar kazanç elde ediyor. Türkiye’de bu paraları kazanamaz. Bu durum da inşaatların aksamasına neden oluyor” dedi. RUHSATLAR NEDEN GECİKİYOR? Depremden sonra inşaat statiklerinde değişikliklerin olduğunu ve bu değişikliklerin de süreyi uzattığını söyleyen Bülent Günal, “Depremden dolayı inşaat statikleri de değiştiği için ruhsat almakta zorlanıyoruz. Bu da inşaatın süresinin uzamasına sebep oluyor. Bu değişiklikle ilgili belediye başkanı müteahhit, mimar ve mühendislerle bir toplantı yaptı. Bununla ilgili eleman artırımına da gitti fakat sorun çözülmedi. Oradaki sorun eleman eksikliğinde değil, güncel olan yönetmeliğin değişmesinden kaynaklanan, ruhsat verirken karar verme mekanizmasının gecikmesinden kaynaklanıyor. Yani Şubat ayındaki imar yönetmeliğiyle şimdiki farklı, statik yönetmeliği farklı” ifadelerini kullandı. “USTA BULAMIYORUZ” İnşaat Sanatkarları Esnaf Odası Başkanı Tezcan Liznak ise, Edirne’de kiralık daire ihtiyacı olduğunu, kiralık daireleri karşılamakta sektör olarak zorlandıklarını söyleyerek. “İmalatın yetersizliği, maliyetlerin artması, kira fiyatlarının yükselmesine sebep oluyor. Bugün 1+1 daireler bile 7-8 bin liralara ulaştı. Paranın yanı sıra insanlar kiralık daireye ulaşmakta sıkıntı çekiyorlar. Gelen zamlardan sektörün etkilenmesinden dolayı da hızlı bir şekilde yapılamamakta. Sektörün başlıca sorunu enflasyon. Çalışan usta bulmakta zorlanıyoruz. Marangoz, elektrikçi, sucu, kalıpçı, demirci gibi ustaları bulmakta sıkıntı yaşıyoruz. Parayla da usta bulunamıyor. Bu da süreci fazlasıyla yavaşlatıyor” şeklinde konuştu. ŞENER ŞENTÜRK

KÜRESEL ISINMA BALIK AVCILIĞINI OLUMSUZ ETKİLİYOR Haber

KÜRESEL ISINMA BALIK AVCILIĞINI OLUMSUZ ETKİLİYOR

Trakya Üniversitesi (TÜ) ev sahipliğinde Balkan Kongre Merkezi'nde düzenlenen "5. Uluslararası Tarım, Yaşam Bilimleri ve Biyoloji Kongresi"ne katılan Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Bozdoğan Meslek Yüksekokulu Veterinerlik Bölümü'nde görevli Dr. Öğr. Üyesi Okan Ertosluk, küresel ısınmanın denizlerdeki canlı yaşamını olumsuz etkilediğini söyledi. Çevresel etkiler ve balıkçılık üzerine araştırmalar yapan Ertosluk, deniz suyundaki ısınma nedeniyle balıkların göç davranışlarının değiştiğini ifade etti. Ertosluk, küresel ısınmanın denizlerdeki etkilerinin Türkiye'de ciddi şekilde hissedildiğini anlatarak, Türkiye'de son 3 yılda balık avcılığının yetiştiriciliğin gerisinde kaldığına dikkati çekti. Bunun ana sebebinin küresel ısınma olduğunu dile getiren Ertosluk, "Küresel ısınma sadece ülkemizi değil diğer ülkeleri de etkiliyor. Küresel ısınmaya bağlı olarak su sıcaklığının artmasından dolayı balıkların göç davranışlarında farklılıklar oluşmaya başladı. Artık balıkların daha soğuk sulara göç etme eğilimleri başladı. Kuzey enlemlere doğru bir gidiş var. Bu yüzden ülkemiz denizlerinde balık stokları azalmış durumda ve bunun beraberinde avcılık azalıyor." dedi. Ertosluk, deniz suyunun ısınması nedeniyle Ege ve Akdeniz'de daha önce görülmeyen istilacı türlerin görülmeye başladığını vurguladı. İstilacı türlerin çeşitlilik açısından tehdit olduğunu belirten Ertosluk, şunları kaydetti: "Küresel ısınma sadece karaları değil denizleri de etkiliyor, her alan için bir tehdit unsuru. İstilacı türler güney bölgelerden kuzeye doğru yayılım gösteriyor. Özellikle yavru balıkları yedikleri için ortamda kendi türlerinin hakim olmasını sağlayıp, baskın tür oluyorlar. Kızıldeniz'den balon balığı ve aslan balığı türleri, aşırı ısınmadan dolayı Ege ve Akdeniz'de yayıldılar. İstilacı tür olan bu balıklar, bazı mevcut türlerin yok olmasına neden olabiliyor."

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.